28 Eylül 2013 Cumartesi

Tarih Biliminin Faydaları Sizce Ne Kadar Önemli

Merhaba Arkadaşlar; tarih ilmi oldukça önemli bilim dallarından birisidir. Ancak malesef ve malesef ki bugün için gerektiğince önem verilmemektedir. Önem verilmeyen bir bilim dalının da ilerlemesi pek de mümkün değildir. Tarih bilimirin akademik çalışmanın dışında yani tarihçilerin dışında halk ile de içli dışlı olması gereklidir.

Türkiye de vatandaşların tarih bölümüne ve tarihi olaylara akademik açıdan bakıldığında oldukça eksiklerinin olduğunu görmekteyiz.

2 Eylül 2013 Pazartesi

Bilimin Tüm İnsanlık Açısından Önemi

Bilimin Tüm İnsanlık Açısından Önemi
Bilim insanın merak etme ve öğrenme isteğinden doğmuş, en değerli bilgi dalıdır. Doğayı anlama ve onu belirli ölçülerde kontrol altına alma uğraşında en önemli güçtür. İnsan bilim sayesinde, doğayı ve toplumsal gerçekliği anlayabilir. Yine bilimin verileri sayesinde teknoloji üretebilir. Yine bilim sayesinde insanlar bilimsel bir bilinç kazanırlar. Bilimsel devrimler sayesinde, üretim biçimlerinde, kitle iletişim araçlarının kullanımında ve devlet yönetiminde olumlu değişiklikler olmuştur. Bilime değer veren ve onu toplumsal yaşamın en güvenilir yol göstericisi olarak gören görüşün karşısında olanlar da vardır. Bilime karşı olumsuz tavır alanlar iki grupta toplanabilir: Birinci grupta bilimin aydınlığından korkanlar yer alırken ikinci grupta teknolojinin yarattığı olumsuzlukları ve bilimin kötüye kullanılmasısı bilime mal edenler yer alır. Bazı ünlü düşünürler dahi bilime karşı olumsuz tavır içinde olmuş ve olumsuz sözler söylemişlerdir. Örneğin Fransız fizik bilgini Blaise Pascal (Blez Paskal, 1623-1662) şöyle der: “İnsan bilimleri bilmekle, bilmemekten daha çok insanlığını yitirir”. Albert Ainstein ise “Bilim köleler yaratmaktan başka bir işe yaramadı; savaş zamanında bizi zehirlemeye paramparça etmeye yarıyor; barış zamanında da yaşamımızı çekilmez, kararsız duruma sokuyor. Bilimler, insanları kafa işlerine adayıp büyük ölçüde kölelikten kurtaracak yerde, onları makinenin kölesi yapıyor.”der. Bu tür olumsuz eleştirilere en güzel cevaplardan birini Albert Bayet vermiştir. “Bilim Ahlak›” adlı eserinde şöyle der: ” Bilgin, bilgin olarak değil herhangi bir insan kadar suçlu olabilir ve ne yazık ki çok zamanda(suçlu) olmuştur. Suç işlerinde kullanıldığı zaman, bilim bir suç ortağı değil, olsa olsa o işin kurbanıdır.” Bilim ve teknolojideki gelişmeler insanlığın yararına kullanıldığı gibi zararına da kullanılabilir. Örneğin, fizik ve kimya alanındaki gelişmeler atomun bulunmasını sağlamıştır. Atom, atom santralleri kurularak insanlığın yararına enerji üretiminde kullanılabileceği gibi atom bombası yapılarak insanları öldürmek içinde kullanılabilir. Aynı biçimde barut, kayaları parçalamak, tüneller açmak ve geçitler yapmak için kullanılacağı gibi, kentleri yıkmak insanları öldürmekte de kullanılabilir. Anlaşılacağı üzere sorun, bilimin ortaya koyduğu buluşların insanlığın yararına kullanılmamasıdır.
Bilimin sonuçlarının insanlığın yararına kullanılmasıyla sorun ortadan kalkacak, bilim artık suçlu ilan edilmeyecektir.
1. Bilimsel Bilginin Diğer Bilgi Türleriyle Tamamlanmasının Gerekliliği Doğada ve toplumda her varlığın değişik boyutlarının, farklı özelliklerinin olması, farklı bilim ve bilgi dallarının doğmasına neden olmuştur.Yaşam içinde her bilgi dalının ayrı bir işlevi ve ayrı bir önemi vardır.Aynı zamanda bu bilgi dalları, doğayı ve toplumu anlama etkinliğinde birbirleriyle karşılıklı etkileşim içindedir. İnsanın başta bilimsel bilgi olmak üzere, felsefe bilgisine, gündelik, teknik, sanatsal ve dinsel bilgiye ihtiyacı vardır. Birey ancak bütün bilgi dallarından yararlandığı ölçüde mutlu olabilir. Bilimsel bir kuram ya da yasaya ulaşmanın sağladı haz, sanatsal bir etkinliği izlemenin veya dinlemenin sağladığı haz ve yardımlaşmanın verdiği haz yaşama ayrı bir güzellik katar. Bilimsel bilgiyi diğer bilgi türlerinden biraz öne çıkaran birtakım özellikleri vardır. Bunlardan biri, bilimsel bilginin doğruluğu test edilebilir bir bilgi olmasıdır. Bilimsel bilgiler yanlışlanana kadar doğru ve kesin bilgilerdir. Bu yönüyle bireyleri, hurafelerden, yanlış düşüncelerin ve ideolojilerin etkisinden korur. Bir başka özelliği, bilimin teknoloji yoluyla insanın ve toplumun yaşamını tümüyle değiştirmesi ve geliştirmesidir. Teknik uygarlık bilimin yol göstericiliği sayesinde ulaşılan bir uygarlıktır. Teknoloji sayesinde ise insanın yaşamı her geçen gün biraz daha kolaylaşmaktadır.
2. Hayatla Bilimsel Bilginin İç İçeliği Bilimsel bilgi ve onun ürünü olan teknoloji yaşamımızı çok derinden etkileyen bilgi türlerinin başında gelir. Bilim insanın bir yandan kendini, yaşamı ve dünyayı anlamak, bilmek için duyulan merakını gidererek kuramsal bir işlevi yerine getirir. Diğer yandan da teknoloji sayesinde hayatı kolaylaştıran pratik bir işleve sahiptir. Bilimsel bilgi ve onun ürünü olan teknoloji yaşamımızın vazgeçilemez bir parçası haline gelmiştir. Doğumdan ölüme kadar yaşamımızı kolaylaştırmak için kullandığımız araç ve gereçler bilimsel teknolojinin ürünüdür. Bu ürünlerden yoksun kalmak demek ilkel toplumların yaşam biçimine geri dönmek demektir. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler günümüzde de baş döndürücü bir hızla gelişmektedir. Bu gelişme bir yandan insanın yaşamını biraz daha kolaylaştırırken bir yandan da çevre kirliliğine neden olmaktadır. Bilim ve teknoloji yalnızca olumlu, yaşamı kolaylaştıran sonuçlar üretmez. En olumsuz sonucu sayılan çevre kirliliği; hem çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasına hem de bazı bitki ve hayvan türlerinin yok oluşuna neden olabilir. Bilim, olumlu ve yapıcı bir biçimde kullanıldığı zaman da olumsuz sonuçlar doğurduğu zaman da yaşamı doğrudan etkilemektedir.

Bilim ve Bilimsel Yaklaşımlar

Bilim ve  Bilimsel  Yaklaşımlar
Bilime farklı yaklaşımları genel olarak  2 başlıkta inceleyebiliriz. 
1. Ürün olarak bilim    (Reichenbach, Carnap, Hempel)
2. Etkinlik olarak bilim    (Kuhn, Toulmin)
1. Ürün Olarak Bilim
Bu görüş, bilimi ve bilimsel kuramları bilim insanının yaratıcı çalışmasının sonucu ortaya çkan ürün olarak görür. Mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu yaklaşıma göre bilim; bilimsel yöntemle elde edilmiş kuram ve kanunlardan oluşmuş kesin, nesnel, birikerek ilerleyen bilgiler yığınıdır. Bilimin ürünleri, bilimsel yöntem kullanılarak ve bilim insanın bireysel yaratıcılığı ile elde edilmiş bilgilerdir. Bilimi anlamanın yolu ürün olarak ortaya konmuş bu bilgiler yığınını incelemektir. Başka bir değişle bu yaklaşım, bir ürün olarak gördüğü bilimin yapısını, dilini ve yöntemini açıklamaya çalışır. 1920′li yıllarda Viyana’da belirli aralıklarla toplanan bir grup bilim adamı ve filozofun geliştirdiği bir yaklaşımdır. “Viyana Çevresi” denilen bu düşünürlerin en ünlüleri; Hans Reichenbach (Hans Rayhınbah,1891-1953), Rudolph Carnap (Rudolf Karnap, 1891-1970) ve Carl Gustav Hempel (Karl Gustav Hempel, 1905-…)’dir. Bunların yaklaşımları ise mantıkçı pozitivizmdir. Bu yaklaşıma göre öncelikle bir bilimsellik ölçütü geliştirilir, daha sonrada bu ölçüte dayanılarak bilim ve felsefe metafizik kabullerden ve metafizik önermelerden ayıklamaya çalışılır. Bu ölçütlerden ikisi anlamlılık ve doğrulanabilirliktir. H. Reichenbach; bilimi çözümlemek ve onu açıklamak için bilim dilini çözümlemek gerektiğini savunur. Bilimsel Felsefenin Doğuşu adlı eserinde şu düşünceleri savunur; bilim konuşma diline dayalıdır. Eğer dili çözümler, onun belirsizliklerini ortadan kaldırır yani sembolik bir dizgiye çevrilebilirse bilimin çözümlenebileceğini düşünür.
Reichenbach’a göre bilimselliğin ölçütü doğrulanabilirliktir. Doğrulanabilen önermeler anlamlıdır. Anlamlı önermeler doğrulanabilme ya da yanlışlanabilme özelliğine sahip olan önermelerdir. Bilim dışı önermeler doğruluk değerine sahip olmadığı için bilimsel değildir. Metafizik, estetik ve etiğin önermeleri doğrulanamaz, bu tür önermeler anlamlı önerme değildir. Kısaca olgulardan elde edilip tekrar olgularla denetlenemeyen önermeler bilimsel önerme değildir.
Reichenbach’a göre Anlamlı önerme doğrudan doğrulanabilen önermedir. şimdiye ait önermeler doğrudan dorulanabildiği halde geçmişe ve geleceğe ait önermeler dolaylı olarak doğrulanabilmektedir. Doğrulamanın en yalın yolu doğrudan gözleme başvurularak yapılır. “Bilgin Baran’ın boyu 1.15 cm’dir.” önermesi doğrudan doğrulanabilir bir önermedir. Metre ile Bilgin Baran’ın boyu ölçülür, eğer 1.15 cm gelirse önerme doğru gelmezse yanlış olur. “Kar beyazdır.”, “bugün hava yağışlıdır.” vb. önermeler de doğrudan doğrulanabilen önermelerdir. Kimi önermeler doğrudan gözleme tâbi tutulamaz. Örneğin; “Cumhuriyet, ülkemizde 29 Ekim 1923′te ilan edildi.” gibi geçmişe ait bir önerme ancak bir takım araştırmalarla ve belgelerin incelenmesiyle dolaylı olarak doğrulanabilir. Rudolf Carnap’a göre bilimsel önermeleri doğrulamanın en iyi yolu “sembolik mantıktır. Ona göre bir önermenin anlamlı olabilmesi için ya doğrudan olgusal bir dille ya da olgusal bir dilin kısaltılması olan sembolik mantık diliyle ifade edilmiş olması gerekir. Bir önermeyi çözümlemenin başlıcaca amacının o önermenin doğrulama yönteminin belirlenmesi olduğunu ileri süren Carnap’a göre, doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki tür doğrulama vardır. Örneğin, “Dışarıda yağmur yağıyor.” Önermesini camdan dışarıya bakarak doğrudan doğrulayabilirim. “Bu küpe gümüşten yapılmıştır.” önermesinin doğrulaması ise ancak gümüşü çeşitli testlere tabi tutarak anlaşılabileceğinden dolaylı bir doğrulama olacaktır. Bu önermelerle ilgili deney ya da gözlemlerimiz olumlu sonuç verirse doğrulukları büyük oranda kesinlik kazanır. Fakat tam kesinliğe hiçbir zaman ulaşılamaz. Ona göre hiçbir doğrulama tam değil kısmi bir doğrulamadır. Örneğin , “Bütün insanlarda safra kesesi vardır.” önermesi, bütün insanların safra keselerinin olduğunun test edilmesi ile doğrulanabilir. Böyle bir gözlemin yapılması mümkün olmadığından söz konusu önermemiz ancak kısmi olarak doğrulanabilir. Carnap, doğrulanabilirlik açısından metafizik önermeleri de incelemiştir. Ona göre metafizik önermeler teorik ve olgusal kategoriye girmeyen önermelerdir. Örneğin, “Evrenin ana maddesi havadır.” gibi bir metafizik önermenin doğruluğunu ya da yanlışlığını kanıtlayacak bir yöntem yoktur. Yani bu tür önermeler test edilemezler.
Ne doğrudur ne de yanlıştır denilemeyeceği ve doğruluğunu ortaya koyacak deneysel yöntem mevcut olmadığı için bu tür önermeler anlamsız ve saçmadırlar. Bütün bunların sonucunda Carnap şöyle der; bir önermenin anlamlılığı ya da doğruluğu kanıtlama yöntemine bağlıdır. Eğer bir kanıtlama yöntemi yoksa o önermenin bir doğruluğu da yoktur.
Carl Gustav Hempel Hempel de bilimi ürün olarak ele alan filozoflardandır. o da bir ürün olarak gördüğü bilimin yapıısını ve yöntemini açıklamaya çalışır.Ona göre bilimsel açıklama iki türlü yapılır: tümdengelimle ve tümevarımla. Tümdengelimle yapılan açıklamalara “yasalı”, tümevarımla yapılan açıklamalara ise “olasılıklı açıklama”der. Bilimsel yöntemin tümevarım ve tümdengelimin bir birleşimi olduğunu savunursa da tümden gelimin, tümevarıma göre daha ağırlıklı rol oynadığını düşünür. Bütün bu açıklamalarına rağmen Hempel’e göre bilimde buluş yapmanın ve ürün ortaya koymanın kesin bir yöntemi yoktur. Bilimde önemli olanın buluşun nasıl gerçekleştirildiği değil, ortaya konulan ürünün bilimselliğinin nasıl ve hangi yöntemlerle kanıtlandığıdır. Aynı zamanda Hempel’e göre bilimsel açıklamaların iki koşulu vardır; mantıksal uygunluk ve deneysel uygunluktur.
2. Etkinlik Olarak Bilim Bu yaklaşım bilimi, bilim adamları topluluğunun bir etkinliği olarak görür. Bu yaklaşımı savunan filozoflara göre bilim; o dönemin değerlerinden, inançlarından bağımsız bir ürün değildir. Bilim adamları topluluğu da o toplum içinde yaşamaktadır ve toplumdaki inanç, değer ve kültürel değişimler onları da etkilemektedir. Etkinlik olarak bilim yaklaşımını savunanların en tanınmış temsilcileri; Thomas Kuhn (Tomas Kun, 1922-1997) ve Stephen Toulmin (Sitefan Tulmin, 1922-…)’dir. Thomas Kuhn Kuhn bilimi anlamaya yönelik eserinde (Bilimsel Devrimlerin Yapısı), bilim adamlarının psikololojisiyle, bilim adamları topluluğunun sosyolojik özelliklerinin, bilimi anlamada çok önemli rol oynadığını vurgular. Yani bilimi anlamada bilimsel araştırma sürecine ideoloji, ahlak, inanç, gelenek, görenek gibi ögeleri de katar.
Kuhn, bilim adamlarının etkinliği olarak gördüğü bilimin gelişim aşamalarını, “Bir bilimin ilerleme tarzı konulu tablosu”nda açıklamıştır. Buna göre bilim şu aşamalardan geçerek ilerler:
1) Bilim öncesi dönem,
2) Olağan bilim dönemi,
3) Bunalımlar,
4) Devrim
Her bilim dalı, kendi tarihi içinde bu aşamalardan geçerek ilerler. Bilim öncesi dönem bir hazırlık dönemidir. Bu dönemde araştırmacılar hangi olay veya olguların açıklamaya ve incelemeye değer olduğu, hangi yöntemi kullanmaları gerektiği ve hangi gözlemlerin önemli olduğu konusunda görüş ayrılığı içindedirler. Yine araştırmacıların, kendisinden hareketle, çalışacakları, temel kabul edecekleri tek bir kuramsal öncüller grubu da yoktu. Sonra bilim insanlarından birisinin teorisi kendisini kabul ettirir. Kuhn işte bu yöntem yada teoriye paradigma adını verir. Ona göre paradigma, bilimsel bir yaklaşımın, ele aldığı olguları ve bunlar arasındaki ilişkileri anlamak ve sorgulamak için doğrudan ve dolaylı olarak kullandığı tüm kabuller, inançlar, kurallar, kavramsal ve deneysel araçlardır. Bir başka değişle paradigma, bilimsel bir yaklaşımın doğayı ve toplumu algılama ve sorgulama biçimidir. Örneğin, Güneş merkezli Evren teorisi bir paradigmadır.Yine Newton fiziği, Einstein fiziği birer paradigmadır. Paradigmaya bağlı olarak çalışılan bu dönem Kuhn’un olağan bilim dediği dönemdir. Bu dönemde kuramlar etrafında toplanan bilim insanları; evren, toplum, insan, hastalık vb. problemleri çözerler. Bilim ve teknoloji alanlarında yeni buluşlar ortaya koyarlar Kuhn’na göre olağan bilim döneminde, paradigma tarafından çözülemeyen bir takım problemler ortaya çıkar ve bilim bir bunalım dönemi içine girer. Bu dönemde bilimler, insanlığın ihtiyacı olan teknolojiyi karşılayacak düzeyde değildir. Evren hakkında doyurucu yanıtlar verememektedir. Bilimsel açıklamalar ile gerçeklik arasındaki uyumsuzluk sürekli artmaktadır. Bu durumda bilim öncesi dönemindeki arayışlar başlar. Bu bunalım döneminde genç bir bilim insanı ortaya çıkar, yeni bir paradigma ortaya koyarak bilimsel devrimi başlatır. Kuhn’a göre devrim aşamasında ortaya konulan paradigma, eski paradigmaylakarşılaştıralamayacak kadar farklıdır. Bu aşama bir paradigmanın sona erdiği, yeni bir paradigmanın ise geçerli olmaya başladığı dönemdir. Etkinlik olarak bilim görüşüne göre, ürün olarak bilim görüşünde olduğu gibi bilim, düz bir çizgi biçiminde sürekli mükemmele doğru ilerlemez, bir paradigmadan diğerine sıçrayarak ilerler. Bilim, ürün olarak bilim anlayışında olduğu gibi “yuvarlandıkça büyüyen bir kartopu” gibi değildir. Kartopu bazen kayaya çarpar ve dağılır. Dağılan parçalardan yeni paradigmalar ortaya çıkar ve bir gün dağılmak üzere yoluna devam eder. Ayrıca bu anlayışa göre paradigmaların doğruluğundan yada yanlışlığından söz edilemez yalnızca geçerliliğinden söz edilebilir. Paradigma sorulara yanıt verdiği sürece yaşar, yoksa yerini yenilerine bırakır.
Stephen Toulmin Toulmin’e göre bilim tarihsel ve toplumsal boyutları olan bir etkinliktir. Bilimi açıklarken bu boyutları dikkate almak gerektiğini düşünür. Bunun yanında o, bilimi evrimci bir bakış açısıyla ele alır. Nasıl doğada yeni koşullara uyum sağlayabilen türler yaşıyor, sağlayamayan ise yok olup gidiyorsa bilimde de yeni koşulların ortaya çıkardığı problemleri diğer kuramlardan daha iyi çözüm getirebilen kuramlar güncelliğini koruyarak varlığını sürdürmektedir.
C. BİLİM FELSEFESİNDE KLASİK GÖRÜŞ VE ELEŞTİRİSİ
“Bilim nedir?” ve “Bilimin temel özellikleri nelerdir?” sorularını yanıtlamak; olgusal dünyanın sürekli değişim içinde olması ve bilimin karmaşık bir yapıya sahip olması sebebiyle hiç de kolay olmamıştır. Bilim nedir? sorusuna verilen yanıtlar çok farklı olsa bile günümüzde bir bilim görüşü oluşmuştur. Bu bilim görüşü, pozitivizm ve kısmen de mantıkçı pozitivizmin temsil ettiği görüştür. Bizim bugün klasik görüş diye nitelediğimiz bilim anlayışı, büyük oranda Ogüst Comte’un kurduğu pozitivizmin bilim anlayışına karşılık gelmektedir. Şimdi klasik görüşün ne olduğunu ve bu görüşün bilim anlayışını inceleyelim.
1. Bilime Klasik Görüş Açısından Bakış a. Klasik Görüş Açısından Bilim Klasik bilim anlayışının dayandığı temel görüşler şunlardır: * Bilim nesnel gerçekliği konu edinir. Nesnel gerçekliği yani insan zihninden bağımsız olarak var olan dış dünyayı, onu yöneten yasalara ulaşmaya çaışarak anlamaya ve açıklamaya çalışır. * Bilim, tümüyle rasyonel (akılcı) bir etkinliktir. Bilim adamı kişisel inanç, felsefi görüş, ön yargı, toplumsal ve kültürel değerlerin onu etkilemesine izin vermez. Tamamen nesnel (objektif) tavır takınmak durumundadır. * Her bilim dalı varlığın farklı bir bölümünü konu edinse de tüm bilimlerin temeli ortaktır. Birbirleriyle doğrudan bir ilişkisi yok gibi görünen bilimlerin bile aralarında belli bir ilişki vardır. Bilimler, birbirlerine indirgenebilir. Comte’a göre oluşacak en son bilim sosyal fiziktir. * Bilim, geçmişten günümüze artarak ilerleyen bir yapıya sahiptir. Bilimsel bilgi kümülatif (biriken) bir bilgidir. Başka bir anlatımla, eskinin doğrularına yenilerini katarak ileriye doğru gelişen bir süreçtir. Bilim, sürekli gelişen hazine gibidir. Her bilim dalı ve bilim adamı hazineye bir şeyler ekler, yanlışlar ayıklanır ve dolayısıyla hazinenin değeri sürekli arttığı gibi alanı da sürekli genişler
b. Bilimi Niteleyen Özellikler
(1) Bilimsel Bilginin Özellikleri * Bilim olgusaldır. Bilim gözlenebilir olguları ele alır. Olgular arasındaki nedensellik ilişkilerini aç›klar. * Bilim mantıksaldır. Bilimde önermeler birleriyle çelişmez. Bütün bilimsel yargılar mantık kurallarına uygundur ve mantıksal tutarlılığa ve geçerliliğe sahiptir. * Bilim genellemeler yapar. Bilim, tek tek olguları değil aynı türden tüm olguları açıklar. Dolayısıyla bilimin ulaştığı sonuçlar herkes tarafından kabul gören genel geçer olan görüşlerdir. * Bilim objektif(nesnel)tir. Bilimin ürünü olan bilgi, onu ortaya koyan bilim insanının inançlarından, kişisel kanaatlerinden, dünya görüşünden bağımsız bir bilgidir. Bilimsel bilgi kişiden kişiye yada toplumdan topluma değişmez. * Bilim eleştiricidir. Bilim insanının her şeyi sorgulayan eleştirel bir tavrı vardır. Bu tavır sayesinde bilim yanlışlarından arınarak ilerler. * Bilim eleştiricidir. Bilim insanının her şeyi sorgulayan eleştirel bir tavrı vardır. Bu tavır sayesinde bilim yanlışlarından arınarak ilerler. * Bilimsel bilgi bilimsel yöntemle ulaşılan bilgidir. Bilimsel bilgi gelişi güzel bir biçimde değil bilimsel yöntemle elde edilir.
(2) Bilimsel Yöntemin özellikleri Yöntem, bir amaca ulaşmak için izlenen yol anlamına gelir. Bilimsel yöntem ise olguları betimlemek ve açıklamak amacıyla izlenen sistemli bilgi edinme yoludur. Bilimsel yöntem şu aşamalardan oluşur: Olguların saptanması, Gözlem, hipotez (denence), deney, kuram (teori) ve yasa. Bilimsel yöntemin bu aşamalarını iki gruba ayırarak inceleyebiliriz. Birincisi, olgu, gözlem, hipotez ve deney aşamalarını içine alan betimleme (tasvir) aşamasıdır. İkincisi ise teori ve yasa aşamalarını içine alan açıklama aşamasıdır. Betimleme aşamasında önce problem tanımlanır, konu ile ilgili
olgular gözlenir ve bilgiler toplanır. Bu bilgilerin ışığında hipotez oluşturulur. Formüle edilen hipotezler deneylerle test edilir. Açıklama aşamasında ise hipotez deneyle doğrulanmış ise kurama ulaşılmış olur. Ulaşılan bu kuram bilim adamları topluluğu tarafından da yinelenir, doğrulanır ve matematiksel olarak formüle edilirse yasa aşamasına ulaşılmış olunur. Örneğin; “Su 100 derece selsiyus da kaynar.” bir yasadır. Eğer deneylerle test edilen hipotezler doğrulanamaz, kuram düzeyine yükselmez ise araştırmanın başına dönülür ve hipotez yeniden kurulur. Bilimsel yöntemle olgular arasındaki ilişkileri açıklayarak kurama ulaşmak aynı zamanda bir buluştur. Örneğin kuduz aşısının bulunması, elektriğin keşfi birer buluştur. Buna ek olarak araştırılan olguyu açıklamak amacıyla oluşturulan hipotezden olgusal olarak sınanabilir sonuçlar çıkarma ve söz konusu sonuçları yeni verilerle karşılaştırma işlemine de doğrulama denir. Bir başka anlatımla, bilimsel doğrulama, ulaşılan genel açıklamaların olgulara uygunluğunu denetlemektir.
(3) Bilimsel Açıklama – Ön Deyinin Özellikleri Bilimsel yöntemle iki aşmalı bir sürecin sonunda yasalara ulaşıldığını açıklamıştık. Betimleme aşamasında “nasıl”? sorusuna cevap aranır. Ele alınan olgunun nasıl olduğu (oluş süreci), nasıl bir gelişim kaydettiği ortaya konulur. Açıklama ise olayların nedeniyle ilişkilidir. Açıklama nedeni bilinmeyen olguların nedeni bilinen olgularla ifade edilmesidir. Örneğin, yağmurun kara dönüşünü gözlemlemek, gözlem sonuçlarını aşama aşama kaydetmek bir betimlemedir. Yağmurun kara neden dönüştüğü araştırıldığında ve nedenler ortaya konulduğunda açıklama yapılmış olur. Doğaya ait gerçekleri araştıran bilim adamları, ele aldıkları konunun nasıl olacağı ile ilgili önce ön deyilerde bulunurlar. Sonra nedenlere ilişkin hipotezler (geçici açıklamalar) belirlerler. Yaptıkları deney ve gözlemler sonucunda da teorilere, oradan da yasalara ulaşırlar. Nedeni belirleyen teoriler ve yasalar birer açıklamadır. Açıklamalar aksi ispatlanana ya da yeni bir teori veya yasa ile çürütülmedikçe varlığını sürdürürler. Açıklama aşamasının sonunda birtakım genellemelere ulaşılır. Bu genellemeler sayesinde açıklama, her yerde kabul gören bilimsel bir nitelik kazanır. Örneğin, “Bütün cisimler boşlukta, aynı hızla düşer.” önermesi bu türden genel kabul gören bir önermedir. Doğayı ve doğa olaylarını bilimsel yönden anlamada ön deyinin önemli bir rolü vardır. Ön deyi, olgular arası ilişkilerden ya da bilimsel açıklamalardan yararlanarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirmedir. Astronomi alanında gerçekleştirilen ilk ön deyi felsefenin kurucularından sayılan Thales’e aittir. O, “28 May›s 508′de olan ay tutulması olayını” önceden haber vermiştir. Thales’in yaptığı bir ön deyidir.
(4) Bilimsel Kuramın (Teorinin) Özellikleri Bilimsel araştırma sürecinin problemi tespit etme ve bu probleme bağlı olarak oluşturulan hipotezle başladığını daha önce belirtmiştik. Oluşturulan bu hipotezler deney ve gözlemlerle test edilir, defalarca denemeden sonra doğrulanırsa kurama ulaşılır. Yani bilimsel araştırma sürecinde doğrulanan her hipotez kuram özelliği kazanır.
Kuramlar, deney ve gözlemle doğrulanmış olan, deneyin verilerinden yola çıkılarak daha geniş bir alanı kapsayacak biçimde genellenmiş olan ve belli bir dönemde bilim insanlarının çoğu tarafından kabul gören genellenmiş açıklamalardır. Her kuram, alışılmışın dışında yeni bir görüş ve yeni bir yorumdur. Başlangıçta çoğunlukla tepkiyle karşılanırlar. Örneğin, Darwin’in “Evrim Kuram›” ve S. Freud’un “Psikanaliz Kuram›” gibi. Her kuram, belli bir alana ilişkin genel açıklamadır. Birikmiş bilgilere dayanılarak ve bilimsel yöntem kullanılarak elde edilmiş bilgilerdir. Kuram doğal ve toplumsal gerçekliğin bir alanına ilişkin genelleştirilmiş açıklamalardır. Ele aldığı alanda olguların açıklanmasını sağladığı gibi gelecekte olacaklar hakkında da ön deyide bulunma olanağı sağlar. Bilimdeki gelişmelere bağlı olarak kuramlar değişebilirler. Bunun için hiçbir kurama kesin gözüyle bakılamaz.
2. Klasik Görüşe Yapılan Eleştiriler
Klasik görüş bilimi ürün olarak kabul eden filozoflara ait bir görüştür. 1940′lı yıllara kadar etkisini sürdüren klasik görüşe yapılan eleştirileri şöyle sıralayabiliriz:  Klasik görüş, bilime çok büyük değer vermiştir. Bilimi, insanlığın tüm sorunlarıı çözebilecek bir güç olduğunu ileri sürmüştür. Bu yaklaşım, klasik bilim anlayışına karşı çıkan düşünürlere göre doğru olmayan bir yaklaşımdır. Çünkü bilim, insanlığın tüm problemlerini çözemediği gibi teknolojiyle birlikte insanlığa yeni problemler de getirmiştir. Bilimsel bilgide diğer bilgi türleri gibi bir bilgi türüdür ve diğerlerinden üstün değildir. . Klasik görüşe göre bilim, doğrusal bir biçimde birikerek ilerler. Zamanla yanlışlanan kuramlar, doğrularıyla yer değiştirerek ilerlemesini sürdürür. Bu görüşe karşı çıkan bilim insanlarına göre bilim, ne düzgün bir doğru boyunca ilerler ne de birikimsel bir süreç izler. Bu bilim insanlarına göre, bilimde sapmalar vardır, inişler ve çıkışlar söz konusudur ve bilim evrimsel değil devrimsel bir süreç izler. Bilim de paradigmalar hüküm sürmektedir. Geçerliliğini yitiren paradigmalar yerini yenilerine bırakmaktadır. Bir başka ifadeyle yeni paradigma öncekini yok ederek onun yerine geçer.
Klasik görüşe göre, bilim, onu yapan bilim insanlarından ve meydana geldiği ülkeden bağımsız nesnel bir yapısı ve ya gerçekliği vardır. Yine bazı bilim insanları bu görüşü de eleştirmişlerdir. Bu bilim insanlarına göre, bilim katı rasyonel bir etkinlik değildir. Bilim insanı da kendi kültüründen soyutlanmış ve sadece üreten bir robot değildir. Bilimsel üretimler kültürlerinden bağımsız olarak ele alınamaz. Her çağın bilim insanı ürettiği bilimle ve kültürüyle bir bütündür. Bilimsel buluşlar, içinden çıktığı kültürle ve bilim insanının yaşam öyküsüyle anlam kazanır. Einstein’ı ve buluşlarını yaşadığı dönemin kültüründen soyutlayamayız. Bilim insanının gözündeki gözlük ne renk ise varlığı da o renkte görür ve yorumlar.
Klasik görüşe göre bilim, eninde sonunda her şeyi çözecek, evrende bilinmeyen hiçbir şey kalmayacaktır. Bu görüşü eleştirenlere göre ileri sürülen sav bir ütopyadır. Evren, sonsuz ve sınırsız olduğuna göre, bu sonsuzluğa insanın nüfuz edebileceğine dair hiçbir kanıt yoktur. . Klasik görüşe göre, bilimler birbirlerine indirgenebilecek yapıdadırlar. Son tahlilde bilimlerin büyük bir bilimin parçaları olacağını, bu büyük bilimin de “fizik” olacağını ileri sürerler. Bu görüşe de karşı çıkan bilim insanları ve düşünürler olmuştur. Onlara göre, çeşitli bilimlerin birbirleriyle ilişkileri olabilir ama hiçbir bilim diğerine indirgenemez. Bu bilim insanlarına göre, gerçekliğin farklı boyutları vardır ve bu farklı boyutları ele alan farklı bilimler söz konusudur. Gerçekliğin ancak farklı bilimlerle açıklanabileceği görüşü daha olanaklı bir görüştür.

Bilim Nasıl Ortaya Çıktı ve Bilimin Önemi Nedir?

 Bilim Nasıl Ortaya Çıktı ve Bilimin Önemi Nedir?

Tem insanlığın geçmişten beridir ortak bir mirası olan bilim, günümüzdeki yüksek gelişmişlik düzeyine, uzun bir tarihsel süreç sonunda ve çeşitli aşamalardan geçerek ulaşmıştır. Bilimin tarihsel gelişimini belirli dönemlere ayırarak açıklamak konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.

İlk bilimsel çalşlmalar Çin ve Hint’te başlamış, daha sonra Mısır ve Mezopotamya’da devam etmiştir. Bu dönemde bilimin mitoloji, din ve büyü ile iç içe olduğunu görüyoruz. Bu coğrafyalarda astronomi, tıp, matematik gibi bilimlerin temelleri atılmıştır.

Bilimsel faaliyet daha sonra milattan önce 600′lü yıllardan başlayarak eski Yunan’da devam etmiştir. Önceki uygarlıklardan alınan bilgilerin de etkisiyle bilim eski Yunan’da büyük bir ilerleme göstermiştir. Yunan’da bilim felsefeyle iç içe olmuştur. Bakıldığında o dönemin büyük filozoflarının aynı zamanda büyük birer bilim adamı olduğu görülür. Örneğin ilk filozof Thales, aynı zamanda astronom ve matematikçi, büyük filozoflardan biri olan Aristoteles ise aynı zamanda biyologdu. Antik Çağ’da Yunan dünyasında filozofların ilk nedenlerden yola çıkarak yaptıkları spekülatif açıklamalar doğa bilimi olarak nitelendirilmiştir.

Ortaçağa gelindiğinde Avrupa’da özellikle V. ve X. yüzyıllar arasında bilimsel faaliyetin genel olarak durma noktasına geldiğini görüyoruz. Ancak bu dönemde filozoflar yoğun olarak mantık tartışlmaları yapmışlardır. Bu dönemde yalnızca dinsel düşünce ön plana çıkmış, bilim ve felsefe dinsel otoritenin izin verdiği kadar gelişebilmiştir. Avrupa’da karanlık ortaçağ yaşanırken islam kültür çevresinde M.S. VIII. ve XIV. yüzyıllar arasında özellikle bilim alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu gelişmelerin nedeni islamiyetin doğuşu ve yayılışı sırasında önderlerin bilimsel düşünceyi teşvik etmeleridir. Nitekim bu dönemde yoğun bir çeviri faaliyeti başlamış, özellikle Eski Yunan’dan bilimsel ve felsefi eserler Arapçaya çevrilmiştir. VIII. yüzyılda Harun Reşit tarafından kurulan Beyt-ül Hikme adlı çeviri ve araştırma merkezinde; Aristoteles, Platon, Galenos ve Hipokrates vb. düşünürlere ait eserler Arapçaya çevrilmiştir. Harezmî (780-850) Doğuda ve Batıda ilk cebir kitabı sayılan Hisabü-l Cebr ve’l- Mukabele (Cebir Hesabı)’yi yazmıştır. Harezmî bu eserinde 1. ve 2. derece denklem çözümlerini vermiş, çözümlerinde binom formülünü kullanmıştır. Ayrıca Hintlilerden de yararlanarak sembollerden meydana gelen on tabanlı sayı sistemini bulmuştur. Yine astronomi ile ilgili de eserleri olan Harezmî, Halife Memun’un isteğiyle yer ve gökyüzü haritalarına yer verilen bir atlas hazırlamıştır.

Astronomi, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih alanındaki eserleriyle ün kazanmış olan Birûnî (Beyrûnî, 973-1051) “Kanun” adlı eserinde yerin ekseni çevresinde döndüğünü ileri sürmüştür. Matematikte trigonometri ile ilgili önemli çalışmalar yapmış, fizikte de özgül ağırlık değerlerini bulmuştur. İbni Sinâ (980-1037) özellikle tıp alanında verimli olmuş bir bilgindir. Onun “Kanun fî’t Tıp” adlı eseri Latinceye tercüme edilerek, batıda tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. O aynı zamanda hastalıkların hem bedensel hem de psikolojik nedenlerle meydana gelebileceğini ileri sürdüğü için modern psikolojinin öncüsü olarak kabul edilmiştir.

Batıda Ortaçağ boyunca büyük bir duraklama içerisine giren bilimsel çalışmalar, XV.ve XVI. Yüzyılda yaşanan Rönesansla birlikte yeniden başlamışltır. Önce italya’da ortaya çıkan, daha sonra Fransa ve Almanya’ya ve ardından da Avrupa’nın diğer ülkelerine yayılan Rönesans, başta bilim ve felsefe olmak üzere, kültürün çeşitli alanlarında bir yeniden doğuş dönemidir. Orta Çağdan yeni çağa geçiş dönemi olan bu dönem, Orta Çağ’ın “birleşik toplum” yerine “bireycilik” anlayışını getirmiştir. Bireycilik; devlet, dil ve edebiyattan giyim kuşama kadar her alanda etkili oldu. Serbestliği, özgürlüğü ve hümanizmi getirdi. Hümanizm (insancılık) anlayışı merkeze insanı yerleştirdi. İnsanın dünyadaki yeri ve anlamı sorgulandı. Rönesans dönemi bireyin ve aklın ön plana ç›kmasıyla; bilimsel gelişmelerin, teknik buluşların ve keşiflerin hız kazandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde bilim, din ve felsefenin etkisinden kurtularak insanlığın yaşam koşullarını ve düşünce biçimini değiştirecek kadar hızlı bir şekilde ilerlemeye başlamıştır. Rönesans içinde yaşanan ilk bilimsel devrimin Kopernik (1473-1543) tarafından geliştirildiğini söyleyebiliriz. Batlamyus’un yer merkezli evren anlayışlı yerine güneş merkezli evren anlayışını benimsedi. Merkezde güneşin bulunduğunu, dünya ve diğer gezegenlerin ise onun etrafında hareket ettiğini söyledi. Onun bu görüşleri, Johannes Kepler (1571-1630) , Galileo Galilei (1564-1642) ve İsaac Newton (1643-1627) tarafından kanıtlanmıştır. Bu bilim insanlarının çalışmalarına ek olarak, bilimin hemen her alanında çok önemli çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalarla XIX. yüzyıl Sanayi Devrimine giden yolda önemli mesafeler kaydedilmiştir. Bilimde büyük gelişmelerin olduğu bu dönem, aynı zamanda filozofların bilimin yöntemi üzerine düşünmeye, bilimler için metodoloji (bilimsel yöntem) sağlamaya çalıştıkları bir dönem olmuştur. Özellikle Francis Bacon (Frensis Beykın, 1561-1626) deney ve gözleme dayanmayan yeni bir bilgi ortaya koyma yerine, bir savı (iddia) kanıtlama yöntemi olarak gördüğü tümden gelimi reddetmiştir. O, bilimsel araştırmanın gözlem ve deneye, tek tek olaylardan genel sonuçlara giden tümevarımsal yönteme dayanması gerektiğini savunmuştur. Bir süre sonra Rene Descartes (Röne Dekart, 1596-1650), “Yöntem Üzerine Konuşma” adlı eserini yayınlamış ve bilimsel araştırmada izlenmesi gereken kuralları flu şekilde sıralamıştır: Apaçıklık, analiz, sentez ve sayma.

XVII. ve XVIII. Yüzyıllar, Newton fiziğinin doğaya uygulanmasına ve bilimin daha da ilerlemesine sahne olmuştur. Bu fizik, doğada mutlak bir determinizmin (gerekircilik) hüküm sürdüğü, evrende olup biten her şeyin neden-sonuç ilişkisine göre meydana geldiği düşüncesine dayanmaktadır. Buna göre doğa yasaları zorunlu olan yasalardır. Newton fiziği matematiğe ve özellikle Euklides (Öklid) geometrisine dayanmaktadır.

XIX. yüzyıl bilimin sanayi alanına uygulandığı ve “Sanayi Devrimi”nin gerçekleştiği bir dönemdir. Teknolojinin gelişmesi bilimsel araştırmalarda yeni ufuklar açmıştır. Fizikte, Islığın yayılması ve dalga kuramı; kimyada, atomla ilgili çalışmalar, enerjinin korunumu yasası ve termodinamik yasası gibi gelişmeler sayılabilir. XIX. yüzyıl aynı zamanda bilimlerin felsefeden ayrılma sürecinin tamamlandığı bir yüzyıl olmuştur. Bu dönemde Claud Bernard (Klod Bernar, 1813-1878)’ın çalışmalarıyla biyoloji, Aguste Comte (Ogüst Komt, 1798-1857)’un çalışmaları ile sosyoloji ve Wilhelm Wund (1832-1920)’un çal›flmaları ile psikoloji, felsefeden koparak birer ayrı bilim ve bağımsız araştırma alanı haline gelmişlerdir.

XX. Yüzyıl Newton fiziğine büyük güvenin sarsıldığı bir dönem olmuştur. Newton fiziğine duyulan güveni sarsan üç önemli kuram ortaya konmuştur. Bunlardan birincisi, Albert Ainstein ( Albırt Aynştayn, 1879-1955)’›n görelilik kuramıdır. İkincisi, Max Planck (Maks Plank, 1848-1947)’›n kuantum kuramıdır. Üçüncüsü ise Werner Heisenberg(Verner Haysenberk, 1901-1977)’in doğa yasalarının kesin ve zorunlu yasalar olmayıp, olasılığa dayalı yasalar olduğunu dile getiren, olasılık ya da belirsizlik kuramıdır. Bu üç kuram Newton fiziğini aşmanın yanında geleneksel, klasik bilim anlayışını da sorgulanmasına neden olmuştur. Böylece kesin bilgiler olarak sunulan bilimsel bilgilerin güvenilir olduğu konusunda birtakım kuşkular ortaya çıkmıştır.

Tarih denen şey nasıl oluştu?



Tarih biliminin geçmişiye Tarihin Sınıflandırılmasına giden süreç

Tarih biliminin ilk yazılı kaynakları Sümerler daha sonra Mısır, Hitit, Çin ve Hint uygarlıklarındaki dini içerikli de olsa bir takım bilgilere sahip olan belgelerdir. Tarih yönteminin gelişmesine, eski Yunan uygarlığı'nda yaşayan Heredot ve Thukydides büyük katkılar yapmışlar. Bu anlayış Büyük Roma İmparatorluğu döneminde Polybos tarafından devam ettirilmiştir. Ayrıca Çin’de Pan ailesi (M.S. I. yy) ile Du’yun (732-812)'da tarih bilimine önemli katkılarda bulunmuşlarıdr.

İslam'da tarih biliminde en büyük atılım Kur'an ile olmuştur.Kur'an'ı Kerim'deki kavimler, peygamberler v.s. hakkında bilgiler bulundurması ayrıca hadislerin toplanması işi tarih yazıcılığını geliştirmiştir.

Avrupa'da Reform ve Rönesans ile birlikte filozofların bilimin yöntem, amaç ve kavramlar konusundaki fikirleri Tarih bilimini de etkilemiştir. Voltaire doğa bilimlerinde olduğu gibi tarih biliminde de yasaların olabileceğini söyler.


TARİH:İnsanların geçmişteki her türlü faaliyetini,olayların birbirleriyle olan ilişkilerini,sebep-sonuç,yer-zaman göstererek belgelere dayalı olarak inceleyen bilim dalına TARİH denir

Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/tarih/9981-tarih-bilimi-nedir.html#ixzz2dkQAIgrz

TARİH Bilimi ve Yazı Bilimi Arasındaki Farklar ve İlişkiler

TARİH Bilimi ve Yazı Bilimi Arasındaki Farklar ve İlişkiler

TARİH İLE YAZI ARASINDAKİ İLİŞKİ
Tarih YAZI ile başlar. yazıdan önceki devirler hakkında sağlıklı bilgi edinmek zor olduğundan, bu dönemlere "Tarih Öncesi Devirler=Prehistorik Devirler" veya "Karanlık Çağlar" denir.
YAZI İLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER
* Toplumlar ilk olarak resim yazısı kullanmışlardır.
* İlk yazıyı Sümerler bulmuştur.(Çivi Yazısı)
* Bugün kullandığımız alfabeyi, ilk olarak Fenikeliler kullanmış, onlardan Yunanlılar ve Romalılar alarak geliştirmişler ve böylelikle LATİN alfabesi ortaya çıkmıştır.
* Yazı, Anadolu'ya ilk olarak ASURLULAR tarafından TUNÇ devrinde getirilmiştir.
* Türk Tarihinin ilk yazılı eserleri GÖKTÜRK(ORHUN) KİTABELERİDİR.
ÇAĞLARIN BAŞLANGIÇ VE BİTİŞ TARİHLERİ NEYE GÖRE TESBİT EDİLMİŞTİR?
Tarihin zamana göre tasnifinde en önemli ayrım "çağlara ayırarak" incelemedir. Çağların başlangıç ve bitim tarihleri belirlenirken toplumların geniş çapta etkilendiği tarihi olaylar esas alınmıştır.
İLKÇAĞ = Yazının bulunmasıyla(MÖ.3500) başlar, 375 yılındaki Kavimler göçüne kadar sürer.ORTAÇAĞ = 375 Yılındaki Kavimler Göçüyle başlar, 1453 yılında İstanbul'un Fethine kadar sürer.YENİÇAĞ = 1453'teki İstanbul'un fethiyle başlar, 1789'daki Fransız İhtilaline kadar sürer.YAKINÇAĞ = 1789'daki Fransız ihtilaliyle başlar, günümüze kadar sürer.
AÇIKLAMA: Zamanı çağlara bölmek yapay bir bölme işlemidir.
Mesela: İstanbul'un fethi, Avrupa ve Asyayı etkileyen önemli bir tarihi olaydır. Ancak bu olay o sırada Amerika ve Afrika kıtasında yaşayan insanları doğrudan etkilememiştir. Yine Mısır ve Mezopatamya'daki insanlar yazıyı kullanırlarken, dünyanın diğer bölgelerindeki insanlar ancak yüzlerce yıl sonra yazıyı kullanmışlardır.
TARİH ÖNCESİ DEVİRLER (PREHİSTORİK DEVİRLER)
İnsanların varoluşundan yazının icadına kadar olan döneme denir. Tarih öncesi devirlerin birbirinden ayrılmasında kullanılan araç ve gereçlerin niteliğine bakılmıştır. Buna göre Tarih öncesi devirler şöyle ayrılır:
1)-TAŞDEVRİ 2)- KALKOLİTİK(TAŞ-BAKIR) DEVRİ 3)- TUNÇ DEVRİ
a)- Eskitaş (Kabataş) Devri
b)- Ortataş (Yontmataş) Devri
c)- Yenitaş (Cilalı Taş) Devri
1)-TAŞDEVRİ:a) EskiTaş (Kabataş) Devri: Bu devri yaşayan insan toplulukları ilkel bir göçebe hayat sürmüşlerdir. Ağaç kovuklarında, mağaralarda ve nehir yataklarında yaşayan insanlar tabiatta hazır bulduklarıyla, avcılık ve balıkçılıkla geçinmişlerdir (Avcı ve toplayıcı).
Türkiye'de Eski Taş Devri(MÖ.600.000-MÖ.10.000): Antalya'da Karain,Beldibi ve Belbaşı Mağaraları Anadolu'da bu döneme ait önemli merkezlerdir.
b) Ortataş (Yontmataş) Devri: İnsanlığın toplayıcılık ve avcılıktan üretime geçiş yaptığı dönemdir. Hayvanlar evcilleştirilmiştir.
Türkiye'de Ortataş Devri(MÖ.10.000-8000): Antalya'da Beldibi mağarası, Göller yöresinde Bardiz, Samsun'da Tekkeköy bu devre ait önemli merkezlerdir.
c) Yenitaş (Cilalı Taş) Devri : Tarım hayatı başlamış,köyler kurularak yerleşik hayata geçilmiştir.
Türkiye'de Yenitaş Devri(MÖ.8000- MÖ.5500): Diyarbakır'da Çayönü, Gaziantep'de Sakçagözü, Konya'da Çatalhöyük önemli merkezlerdir.
NOT: İnsanlık tarihinin ilk yerleşim yeri olarak Konya Çatalhöyük kabul edilmektedir. İlk üretim yeri de Çayönü (Diyarbakır) kabul edilir.
2)- KALKOLİTİK(TAŞ-BAKIR) DEVRİ: Taş devrinin sonlarına doğru maden keşfedilmiştir. İlk kullanılan maden bakırdır.
Türkiye'de Kalkolitik Devir(MÖ.5500-MÖ.2500): Çanakkale'de Truva, Burdur'da Hacılar, Yozgat'ta Alişar, Çorum'da Alacahöyük'dür.
3)- TUNÇ DEVRİ: Bu dönemde site denilen ilk yönetim örgütleri(devlet) oluşturulmuştur.
Türkiye'de Tunç Devri(MÖ.2500- MÖ.1200):
Anadolu'da üretim artmasına paralel olarak ticaret gelişmiş, toplumsal ilişkiler hızlanmıştır.
Yazı Asurlu tüccarlar tarafından Türkiye'ye getirildi.
 

Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/tarih/9981-tarih-bilimi-nedir.html#ixzz2dkPsPCY4

.:. TARİH BİLİMİNE GİRİŞTE BİLİNMESİ GEREKENLER.:.

.:. TARİH BİLİMİNE GİRİŞTE BİLİNMESİ GEREKENLER.:. 

TARİHİN TANIMI: Tarih geçmiş zamanlarda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini YER VE ZAMAN bildirerek, SEBEP-SONUÇ ilişkisi içinde anlatan bilim dalıdır.
TARİHİN KONUSU NEDİR? : Geçmiş zamanda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetidir.
TARİH ANLATIMINDA YER VE ZAMANIN ÖNEMİ NEDİR?
1)- Yer ve zamanın belirtilmesiyle olayın GERÇEK olup olmadığını anlarız.
2)- Olayın geçtiği yer ile olayın meydana geldiği zaman dilimi o olayın sebep ve sonuçlarını belirlememizde gereklidir. Çünkü o yerin iklimi, yaşam şartları, madenleri, o zaman içindeki nüfusu, o zaman içindeki toplumsal değerler olayın meydana geliş sebeplerini oluşturabilirler.
SEBEP-SONUÇ İLİŞKİSİNİN ÖNEMİ NEDİR?
Bütün olaylar bir zincirin halkalari gibi birbirine bağlidir. her olay kendisinden önceki olayın SONUCU, kendisinden sonraki olayın SEBEBİ'dir. Önceki olayı bilmezsek, sonraki olayı kavrayamayız.
OLAY NEDİR? OLGU NEDİR?OLAY: İnsanları ilgilendiren sosyal, ekonomik, kültürel, dini ve benzeri alanlarda meydana gelen oluşumlardır.OLGU: Oluşum süreci içinde ya da başka bir şeyin belirtisi olarak gözlemlenmiş olaylardan ibarettir. Örnek: Anadolu'nun Türkler tarafından fethi OLAY'dır. Anadolu'nun Türkleşmesi OLGU'dur.
TARİH FELSEFESİ NEDİR?: Tarihi tecrübeleri günümüz meselelerinin çözümü için yeniden yorumlamaya Tarih Felsefesi denir.
TARİHİN TASNİFİ(SINIFLANDIRILMASI)
1)- Zamana Göre Sınıflandırma: (Örnek: Ortaçağ tarihi,15. yüzyıl tarihi gibi...)
2)- Mekana(Yer) Göre sınıflandırma: (Örnek:Türkiye Tarihi,Avrupa tarihi gibi...)
3)- Konuya Göre Sınıflandırma: (Örnek: Tıp Tarihi, Sanat tarihi gibi...)
TARİHİ NEDEN SINIFLANDIRIYORUZ?
Tarihi Zamana, Mekana ve Konuya göre sınıflandırmamızın nedeni öğrenmeyi,öğretmeyi,araştırmayı kolaylaştırmakdır.
TARİHİN YÖNTEMİ: Tarihi olayları araştıran bir tarihçi sırasıyla aşağıdaki yöntemleri uygular.1)-KAYNAK ARAMA: Önce olayla ilgili kaynaklar aranır.
Kaynaklar 2'ye ayrılır:
1- Ana Kaynaklar(Birinci el kaynaklar): Olayın geçtiği döneme ait kaynaklardır.
2- İkinci El Kaynaklar: Ana kaynaklardan yararlanılarak hazırlanan kaynaklardır. Ayrıca kaynakları YAZILI ve YAZISIZ kaynaklar diye de ikiye ayırabiliriz:
1- Yazılı Kaynaklar: Kitabeler, fermanlar, kanunlar, mahkeme kayıtları, noterlik yazıları, gazeteler, dergiler vb...
2- Yazısız(Sözlü) Kaynaklar: Evler, kaleler, tapınaklar, heykeller, silah, eşyalar, destanlar, efsaneler, fıkralar, atasözleri örf ve adetler vb...
2)- VERİLERİ TASNİF, TAHLİL VE TENKİT ETME:
a)- Tasnif(Sınıflandırma): Elde edilen bilgiler zamana, mekana ve konuya göre tasnif edilir.
b)- Tahlil(Analiz=İnceleme) : Kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler güvenilir mi? Karşılaştırma yapılarak bilgiler bu yönde incelenir.
c)- Tenkit(Eleştiri): Elde edilen bilgilerin işe yarayıp yaramadığı, hangi bilgilerin kullanılacağı belirlenir.
3)- SENTEZ(BİRLEŞTİRME): Kaynaklardan elde edilen bilgiler düzenlenerek yazılması safhasıdır.
TARİHE YARDIMCI OLAN BİLİMLER:1)- COĞRAFYA: Tarih olayın geçtiği YER'in fiziki ve beşeri özelliklerini coğrafyadan öğrenir.2)- ARKEOLOJİ (Kazı Bilimi): Toprağın ve suyun altında kalmış olan tarihi eserleri ortaya çıkarır.3)- KRONOLOJİ (Takvim Bilgisi): Tarihi olayların zamanlarını belirleyerek, meydana geliş sıralarını
düzenler.
4)- PALEOGRAFYA: Eski yazıların okunmasını sağlayan bilim dalıdır.5)- EPİGRAFYA (Kitabeler Bilimi): Taş, mermer gibi sert cisimler üzerine yazılan yazıları inceler.6)- SOSYOLOJİ (Toplum Bilimi): Sosyal olayları inceler.7)- ANTROPOLOJİ: Toplumların ırk yapılarını inceler.8)- FİLOLOJİ (Dil Bilimi): Dilleri ve diller arasındaki bağları inceler.9)- ETNOGRAFYA: Örf,adet, gelenek ve görenekleri inceler.10)- DİPLOMATİK: Günümüze kadar gelmiş olan resmi belgeleri, fermanları vb. inceler.11)- HERALDİK (Mühür bilimi): Resmi belgelerdeki mühür, arma ve özel işaretleri inceler.12)- NÜMİZMATİK(Paralar bilimi): Eski Paraları inceler.


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/tarih/9981-tarih-bilimi-nedir.html#ixzz2dkPYog3n

SOSYAL BİLİM NEDİR ve SOSYAL HİZMET DEDİĞİMİZ KAVRAM NE İŞE YARAR

SOSYAL BİLİM NEDİR ve  SOSYAL HİZMET DEDİĞİMİZ KAVRAM NE İŞE YARAR
SOSYAL HİZMET UZMANI NE YAPAR GÖREVLERİ NELERDİR

Yapmamız gerekeni bize gösteren bir el kitabımız yok. Yardıma ihtiyacı olmayanlardan başkasına arka çıkmayan bir piyasa düzeni içinde sadece özgürlüğün kokusunu alma yeteneğimiz ve Don Qijote olma potansiyelimiz var.

Uygarlık tarihimizin bir çok geniş bir kesiti mücadeleler tarihidir. Sosyal hizmetlerin tarihi ise iktidarların stres topu olması gerçekliğidir. Hatta sosyal hizmetler, devletlerin toplumlara karşı tek sorumluluk alanlarıdır da diyebiliriz. Bu realite, sosyal hizmetlerin üretildiği ilk günden beri böyle olagelmiştir. Yani iktidar aygıtları çelişkilerinden arınmak için sosyal hizmetleri, psikolojik savunma mekanizmalarından olan mantığa büründürme yoluyla meşru kılınmaktadırlar. Hak ve özgürlüklerden bahsedildiğinde devletin meşruluğu nasıl tartışılıyorsa, sosyal hizmetler de iktidar aygıtlarının halk kitleleri arasında muhalif bir tepki doğmaması için geliştirdiği bir meşruluk göstergesidir. Her ne kadar bugün farklı bir noktaya evirilmişse de, sosyal hizmetler halen toplumsal tepkilerin önünü tıkayan bir anlayışa sahip.

Tarih ya da bir bütün olarak sosyal bilimler kurumların(yapıların) analizinden ibarettir.* Din, siyaset, iktidar, millet ve sınıf sosyal bilimlerin temel konularıdır. Toplumun en canlı dinamiği olması gereken sosyal hizmetler kendini özerk bir özne olarak kurumsallaştıramadığı için sosyal bilimlerin konusu olamamıştır. Bu önermenin doğruluğunu kanıtlayacak birçok örnek ülkemizde varlığını taze tutmaktadır. 81 ilin ezici çoğunluğuyla il sosyal hizmetler müdürü tesadüftür ki ilahiyat kökenlidir. Bu da ülkemizde sosyal hizmetlerin halen dini bir vecibe olarak algılanmasını güçlendiriyor.

Mevcut bilimlerde kurumsallaşmayan (özerk olarak) dinamiklerin, dili, tanımları, varlıkları görülmüyor. Bunlar var olan egemen kurumların tanımlamaları ile tanımlanmış, onların diliyle konuşmuş, geleneksel kurumların yedekleri olmaktan kurtulamamıştır. Yani içinde bulunduğu toplumsal grubun, hareketin, örgütün tanımlamasını çoğu zaman kabul etmiştir. Kendi özgünlüğünü, kendi doğasını kendisi tanımlamamıştır. Hep dışardan birileri onu tanımlamıştır. İşte bu nedenle sosyal hizmetler meşru biri bilim/meslek değildir.

Sosyal bilimlerin klasik mantığı, toplumsal sorunlara bakış açısı, gerek bu sorunları problematize ederken, gerekse çözüm sunarken çok ciddi felsefi, sosyal-siyasal kaymalar yapar. (ülkemizde sosyal hizmet diye dağıtılan kömür, beyaz eşya ve çeyiz sandıkları gibi) Bu kaymalar da sorunların çok ciddi bir boyutunu teşkil etmektedir. Bütün bu kaymalar ya da bilim adına yapılan yanılsamaların temel nedeni şudur: iktidar merkezli bilim anlayışı. İktidardan kopuk ya da iktidar karşıtı bir bilim geleneği ne yazık ki oluşamadı. Platon ya da Aristoteles ne kadar felsefe tarihinde anlatılıyorsa bir o kadar hatta daha fazlası devlet-iktidar tarihinde anlatılır. Tarih bilimi, milliyetçiliği ya da ulus-devlet iktidarını ortaya çıkarmadı, tersine milliyetçi ulus-devlet iktidarı tarihi yaygınlaştırıp, tarih bilimine saygınlık kazandırdı. Hakeza sosyoloji de Fransız Devrimi sonrasında oluşan burjuva iktidarının ihtiyaçları sonucudur. Bilimi kurumsallaştıran, güç sahibi yapan dolayısıyla aygıtlaştıran iktidar olduğu için, bilim, iktidarın her isteğine boyun eğmiş, saygıda kusur etmemiştir. Bundan dolayı da sosyal bilimler daha çok kurum analizidir. Sokağa sırtını çevirmiş, yüzünü ise iktidar aygıtlarına(kurumlarına) dönmüştür.
Nietzsche, uygarlığın mevcut düşüncesinde iktidara uzak durabilen nadir kişilerdendir. Bundan kaynaklı iktidarların resmi ders kitaplarında en az bahsedilen kişidir. En az bahsedildiği gibi topluma veba gibi gösterilmiştir.

Bir başka nokta ise, iktidar mantığından kaynaklı sosyal bilimler sorunları sürekli gerginlik üzerine kurgulanma istenci ve sorunlara olan bağımlılığıdır (Birkaç yıl önceye kadar da ülkemizde TVlerde bol bol gösterilen aç insanların önüne atılan makarna torbaları için birbirini ezenlerin trajedisi gibi).

Foucault, bir iktidar aygıtı olarak Tıp'ı analiz ederken hastalıkların tıp'a olan ihtiyacından çok, kurumsallaşmış tıp mekanizmasının hastalıklara duyduğu ihtiyaç ve kendi popüler varlığını sürekli canlı tutmak için hastalıkları yaratma potansiyelinden bahseder. Kısacası iktidarın izdüşümleri ya da meşrulaştırıcı aracı olarak sosyal bilimler(sosyal hizmetlerin bilgi temeli olan sosyal bilimler), iktidarların direktifiyle ilk önce zihinde ve teoride yapay sorun üretir (işsizlik sorunu ile işi olanların birçok yasal hakkından vazgeçmesi gibi), bu yapaylığı düşünce zemininde işleyerek toplumu buna ikna ettirir, toplumu bu yapaylık temelinde taraflara ayırıp çatışma haline getirdikten sonra gerisi yani fiziksel müdahale aşamasını da iktidara havale eder.

Toplumun kendisi zaten bir karmaşa bütünüdür. Ama bu karmaşanın çok geniş düzlemlerde bir düzeni vardır. Yani kaosun nasıl kendi doğasına göre bir yasası varsa ve bu yasa içinde hareket ediyorsa, toplumda öyledir. Toplumun bu çok sesliliği ve bu doğasını korku kaynağı olarak okumak, düzen adına toplumu dallara, budaklara ayırmak bir iktidar hastalığıdır. Toplumun bu karmaşa hali çok renklidir, hiçbir iktidarın kontrol edemeyeceği kadar karmaşa ve renkliliktir. Ne burjuvazinin sanayi toplumu kadar kentli, ne ulus-devletin toplumu kadar birbirine benzeyen tekçi, ne de sınıfsal analizlerin ön gördüğü gibi katı sınıfsaldır.
Sosyal bilimler dolayısıyla da sosyal hizmetler yukarda ki bilgiler ışığında ele alınırsa mevcut bilimlerin kavramsal şizofreniyi nasıl hortlattığını ve bunu mantığa büründürme şeklini anlayabiliriz. Peki, sosyal hizmet uzmanı denilen uygulayıcı bu konunun neresinde? Bence tam ara noktada, yani sosyal bilimciler ile toplum arasında bir yerde. Sosyal hizmet uzmanının hizmet ettiği şey ise toplum değil, tam anlamıyla iktidar aygıtlarıdır. Bugün pratikte birçok il sosyal hizmet müdürlüklerinde çalışan sosyal hizmet uzmanları deyim yerindeyse kırtasiyecilik yani getir-götür işleriyle ve dönemin hâkim siyasal görüşünün müridi olmak zorunda bırakılıyorlar. Sosyal hizmetler her seçim döneminde lastik gibi çekiştirilen yasal düzenlemeler ve yerel yönetimler yoluyla oy çekme taktiği olarak toplumun algısına yerleştiriliyor. Hatta daha da ileri gidersek birçok siyasal yapı iktidar olmak adına en çok bu alanı kullanmaktadır. Şimdiki mevcut hükümetin başbakanı bizzat sosyal hizmetlerin kullanılmasıyla ile belediye başkanlığından başbakanlığa halk tarafından terfi edilmiştir. Oysa anayasamızın 2. maddesinde belirtildiği gibi "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir." Lakin halka öğretilen çaresizlikle ve açlıkla terbiye kuramı anayasanın bu maddesi bizzat yok sayılmaktadır.
Elinde gücü bulunduranın en büyük maşası haline gelen sosyal hizmetler bu yazgısından ancak ve ancak yine anayasanın 5. maddesinde yer alan "Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." Vurgusuna dayandırarak kurtulabilecektir. Sosyal hizmetler sadece bu şekilde kendini doğru bir temelde gerçekleştirebilecektir. Burada bizzat Sosyal hizmet uzmanına çok ama çok büyük sorumluluklar düşmektedir. En temelde de Türkiye'de yaşayan yardıma gereksinimi olan herkese aynı mesafede ve aynı ölçüde yardım etmektir.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

Sosyal Bilimleri Açın
Immanuel Wallerstein Çeviren: Şirin Tekeli
Metis Yayınları; Siyasal Bilimler;

Cogito 25. sayısı,YKY, Kış 2001

Özgürlüğün Ekolojisi Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı ve Çözülüşü
Murray Bookchin; Çeviren: Alev Türker
Ayrıntı Yayınları; Çevrebilim ;
İstanbul , 1994,

..BİR BİLİM OLARAK TARİH BİLİMİNE GİRİŞ..

..BİR BİLİM OLARAK TARİH BİLİMİNE GİRİŞ..

TARİH KAVRAMI TANIMI: Tarih geçmiş zamanlarda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini YER VE ZAMAN bildirerek, SEBEP-SONUÇ ilişkisi içinde anlatan bilim dalıdır.

TARİHİN KONUSU NEDİR? : Geçmiş zamanda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetidir.

TARİH ANLATIMINDA YER VE ZAMANIN ÖNEMİ NEDİR?
1)- Yer ve zamanın belirtilmesiyle olayın GERÇEK olup olmadığını anlarız.
2)- Olayın geçtiği yer ile olayın meydana geldiği zaman dilimi o olayın sebep ve sonuçlarını belirlememizde gereklidir. Çünkü o yerin iklimi, yaşam şartları, madenleri, o zaman içindeki nüfusu, o zaman içindeki toplumsal değerler olayın meydana geliş sebeplerini oluşturabilirler.

SEBEP-SONUÇ İLİŞKİSİNİN ÖNEMİ NEDİR?
Bütün olaylar bir zincirin halkalari gibi birbirine bağlidir. her olay kendisinden önceki olayın SONUCU, kendisinden sonraki olayın SEBEBİ'dir. Önceki olayı bilmezsek, sonraki olayı kavrayamayız.

OLAY NEDİR? OLGU NEDİR?OLAY: İnsanları ilgilendiren sosyal, ekonomik, kültürel, dini ve benzeri alanlarda meydana gelen oluşumlardır.
OLGU: Oluşum süreci içinde ya da başka bir şeyin belirtisi olarak gözlemlenmiş olaylardan ibarettir. Örnek: Anadolu'nun Türkler tarafından fethi OLAY'dır. Anadolu'nun Türkleşmesi OLGU'dur.

TARİH FELSEFESİ NEDİR?: Tarihi tecrübeleri günümüz meselelerinin çözümü için yeniden yorumlamaya Tarih Felsefesi denir.


Eski Saadetinle

 Eski Saadetinle

Mazim! Ah,o bir daha bulunmazbir hazine!
Hırsız gibi dalardım altın gümüş içine.
Dalardım!Fakat şimdi o servetten bana ne!
Mazim!Ah, o bir daha bulunmaz bir hazine!

Mazim çılgınca çalan,çalan bir orkestra!
Her günüm bir ahenkte,her biri bir hatıra!
Piyano,keman,flüt,saksafon ve tambura!
Mazim bir orkestra,mazim bir orkestra!
Mazim tüten bir baca,dumanın yoktu sonu.
Her günüm göğe çıkan bir duman helezonu.
Hangi mel'un şeytandır bilsem söndürdü onu!
Mazim tüten bir baca,dumanın yoktu sonu.

-Eski saadetinle,geçmiş günleriyle kal!
Gözlerini yumarak o dünyayı seyre dal!
O değil mi hayatta tutunduğun en son dal!
Eski saadetinle,geçmiş günlerinle kal!

Şiir Eski saadetinle , C.S.Tarancı

Nerde . Ah O Eski Günler!

Nerde . Ah O Eski Günler!

.Nuh Keniş.

şimdi hepsi mazi oldu
nerde ah o eski günler
bir silinmiş yazı oldu
nerde ah o eski günler

belki renksiz bir dünyaydı
sevdalar gerçek sevdaydı
sanki hayalle rüyaydı
nerde ah o eski günler

cepte üç beş kuruştular
hal ve hatır soruştular
kuş oldular uçuştular
nerde ah o eski günler

giden gün artık tutulmaz
gönül sözle avutulmaz
şarkı vardı unutulmaz
nerde ah o eski günler

kapladı sahtesi yozu
nerdedir ‘'Elvan Gazozu''
şimdi üstü zaman tozu
nerde ah o eski günler



Transcend den SATA III 6Gb/s SSD Disk duyuruldu:


Dünya çapında başarılı ve farklılık kattığı depolama ve multimedya ürünlerinin yanısıra endüstriyel depolama pazarının da önde gelen üreticilerinden biri olan Taiwan merkezli Transcend, HSD740 model Half-Slim SATA III 6Gb/s SSD'sini duyurdu.

Half-Slim, yeni yeni karşılaşmaya başladığımız bir SSD standardı. Ürünler görmeye alışık olduğumuz klasik SSD'lerin yarısı uzunluğunda ve kart şeklinde, yani dış kısmında koruyucu metal veya plastik bir aksam bulunmuyor. Bu ufak ve ince yapısı, özellikle endüstriyel cihazlar, tabletler ve UltraBook gibi cihazların içerisinde kullanılabilmesini sağlıyor.

32GB ve 64GB boyut seçenekleri ile gelen SSD üzerine işletim sistemi kurularak bilgisayarın hızlı çalışması sağlanıyor. Ayrıca hızlı çalışması istenen yazılımları da yine SSD üzerine kurarak hızlı çalışmalarını sağlayabiliyorsunuz.

Transcend HSD740, endüstriyel standartlarda dayanıklılık ve güvenilirlik sağladığı gibi küçük boyutlarda olmasıyla ön plana çıkıyor. Dayanıklı yapıda olması uzun dönemli bir kullanım imkanı sunarken, performansı ile de kullanıcılara daha iyi bir hız deneyimi vaad ediyor.

SSD Performansı ve Uygulamalar

54mm x 39mm x 4mm boyutlarındaki ürün üzerinde yüksek performans sağlayan MLC NAND Flash yongaları kullanılmış ve SATAIII'ün 6Gb/s'lik yüksek bant genişliğine de sahip ürün, segmentinin en hızlısı olarak 510Mb/s okuma ve 185Mb/s yazma değerlerine sahip olmuş.

Sonuç olarak özellikle yeni nesil tabletler, UltraBook’lar, endüstriyel PCler, el tipi terminal cihazları, dizüstü bilgisayar ve oyun sistemleri üzerinde giderek daha popüler hale gelen "Half-Slim SSD", hızlı, teknolojik ve aynı zamanda endüstriyel yapıda dayanıklı olarak karşımıza çıkmış.

SSD DİSK Güvenilir ve Uzun Ömürlü.

Endüstriyel yapıda yani klasik yapıdaki ürünlere göre daha dayanıklı, güvenilir ve kararlı performans verecek şekilde tasarlanmış olan Transcend HSD740, tüm üretim süreçlerinde kapsamlı kalite testlerinden geçirilerek üretiliyor ve depolama birimleri için geliştirilmiş birçok ileri teknolojiye de sahip.

Ürün üzerinde güvenilirliği sağlayan donanımsal 40bit/1KB BCH Error Correction Code (ECC) ile hata kodu doğrulaması ve wear-leveling algoritması ile uzun ömürlü, doğru, verimli veri transferi ihmal edilmemiş. S.M.A.R.T. komut desteğine de sahip üründe, oluşabilecek hatalar da önceden fark edilerek gideriliyor. TRIM komut desteği ile silinen veriler tamamıyla tekrar görülemeyecek şekilde yok ediliyor ve NCQ ise ürün üzerinde alınan okuma ve yazma komutlarının önceliğini belirliyor.

SATA DevSleep Modu Desteği

HSD740 SATA III 6Gb/s Half-Slim SSD, SATA Device Sleep Modu desteğine de sahip. DevSleep, SATA teknolojisine sahip cihazların en düşük güç harcamasını sağlayan teknoloji olarak tanımlanabilir. Serial ATA Internationa Organization (SATA-IO) tarafından belirlenen standartlarına göre bu teknoloji SATA SSD’lerin, kullanılmadığından SATA arabirimi üzerinden tamamıyla gücü kesmesini ve ihtiyaç duyulduğunda da 20ms den az sürede hızlı tepki vermesini sağlıyor. Bu sayede DevSleep teknolojisi ile uyumlu dizüstü bilgisayarlar ve tabletler daha fazla pil ömrü sağlarken, gerektiğinde daha hızlı sürede aktif kullanıma geçiyorlar. Transcend HSD740 Half-Slim SATA III 6Gb/s SSD'lerin MO-297 JEDEC standardı ile uyumlu olduğunu da belirtelim.

Pardus Linux ile Debian arasındakı farklar

Pisi linux Tübitak tarafından geliştirilen PARDUS adlı dağıtımdan türemiş bir linux dağıtımıdır. Bildiğimiz üzere eski pardus pisi paket yöneticisine sahip olmakla birlikte KDE masaüstü ortamını kullanıyordu. Pardus tüm sürümlerinde pisi paket yöneticisi ile birlikte KDE yi kullanmıştır. İşte Pardus 2011 sürümünden sonra yenilik arayışına giderek artık pisi paket yöneticisini kullanmayı bırakarak aynı zamanda da Pardus için vazgeçilmez olarak gösterilen KDE arayüzü dışında GNOME masaüstü ortamına geçildi.


Pardus tüm bu yenilikleri DEBİAN tabanına geçiş yaparak sağlamıştır. Debian linux dağıtımının birçok avantajı vardır. Debian birçok özelliğiyle eski pardus linuxun önüne geçiyordu. İşte debian'ın eski pardustan iyi yönleri;

*  Debian da paket (program) sayısı çok fazla,
*  Eski Pardus ise oldukça az

* Debianda donanım uyumluluğu daha fazla aradığınız birçok süücüyü anında bulabilir ve donanımları sorunsuz kullanabillirsiniz.
*  Pardus da temel populer donanım ve markalar için sürecü desteği var. Bir kısmını hiç tanımıyor

* Debian GNOME kullandığından KDE ye göre daha hızlı ve kararlı
* Pardus KDE kullandığından çökmeler ve yavaşlamalar oluyor

* Debian dünyada çok kullanılmasının avantajından dolayı bilgi ve belge yani döküman bolluğu var.
* Pardusta lyeterli miktarda var desek biraz yanlış olur

* Debian için destek daha fazla var,
 Sorunlarınıza kısa sürede çözüm bulabilirsiniz

* Pardus da destek sınırlı;
 Bİrçok sorununuza çözüm bulamaz ve destek bulamazsınız